Dünya büyük bir yer ama gıda üretecek alanlar giderek azalıyor, zira biz onları yanlış şekillerde kullanıyoruz. Toprak Atlasından bir makale;
Binlerce yıl boyunca insanlar üzerinde yaşadığımız dünyayı şekillendirmişlerdir. Yerküre, gıdamızı yetiştirdiğimiz ve hayvanlarımızı otlattığımız yerdir. Şehirlerimizi kurduğumuz, yollarımızı yaptığımız, madenleri kazdığımız ve ağaçları kestiğimiz yerdir. Manevi değerlerimizi yansıtır; rahatlamak ve vakit geçirmek için gittiğimiz yer de orasıdır.
Toprak ve onu kullanma şekillerimiz tarihi biçimlendirmiştir. Batıdaki pek çok ülkede bireylerin toprak mülkiyeti, geleneksel değerler ve sosyal sınıfla ilişkilendirilir. Topraklar, aileler içinde nesilden nesile aktarılır. Sosyalist rejimlerde toprakların millileştirilmesi politik gücün bir yansımasıdır ve de politik güç Sovyetler Birliği’nde milyonlarca kişinin topraklarından sürülüp mülkiyetsiz bırakıldığı Stalin döneminde zirveye ulaşmıştır. Mecburi kamulaştırma sonucu ortaya çıkan yapılar, hâlâ Orta ve Doğu Avrupa’nın büyük bir bölümünde tarımsal sistemleri şekillendirmeye devam eder.
Dünyada sadece bu kadar toprak var. 20. yüzyıla girerken ülkeler, savaşlar ve sömürgeci baskılarla sınırlarını genişlettiler. Fakat 1980’lerden beri tarımsal ürün ticaretinde yaşanan serbestleşme ve küreselleşme ulusal sınırların önemini muğlaklaştırdı. Çokuluslu tarım şirketleri çağına girdik. Tüm dünyaya yayılmış şubeleri ve milyonlarca tonu idare edebilen lojistik güçleriyle Bunge, Cargill, Louis Dreyfus ve ADM olmak üzere Dört Büyükler dev miktarlardaki ürünü, yetiştirdikleri yerden işlendikleri ve sonra da tüketilecekleri yere taşıyorlar. Toprak kıtlığı artık dış kaynaklarla çözülebiliyor. En nihai taşınmaz kaynak bile artık esnek üretim araçlarından biri.
1960’larda piyasaya sürülen Yeşil Devrim, tropik kuşaktaki toprakların daha yoğun kullanımına öncülük etti. Yüksek verimli çeşitler, gübreler, tarım ilaçları ve sulama birim başı alınan ürün miktarını arttırdı. Ekilebilir alan kıtlığı fosil yakıt kullanımıyla giderilmeye çalışıldı. Fakat bu tür bir sürdürülemez tarımın sınırları görmezden gelindi. Bütün bu sorunlar yeni bin yıla girerken endüstriyel tarımın sebep olduğu ekolojik yıkımın bariz kanıtlarını gözler önüne serdi.
Şimdiyse arazi kıtlığı yine ve bu kez küresel açıdan ortaya çıkmaya başlıyor. Her yerde gıdaya, hayvan yemine ve biyoyakıtlara olan talep artıyor. Tüketiciler birbirleriyle rekabet etmeye başlıyor. Şehirler ve kasabalar şimdilik dünyadaki arazilerin sadece %1-2’sini kaplıyor. 2050 yılına geldiğimizde %4-5’ini kaplayacak. 250 milyon hektardan 420 milyon hektara çıkacak. Ekim yapılan alanlar daralacak, ormanlar kesilmek zorunda kalacak, meralar dümdüz edilecek. 1961 ve 2007 yılları arasında ekilebilir alanların kapladığı alan %11 oranında, yani 150 milyon hektar arttı. Eğer tarımsal ürünlere talep günümüzdeki gibi artmaya devam ederse 2050 yılında yaklaşık 320 milyon ila 850 milyon hektar fazladan ekilebilir alana ihtiyaç duyacağız. İki rakamdan küçük olanı Hindistan’ın yüzölçümüne tekabül ediyor, büyük olansa Brezilya’nın.
Artan arazi talebi değişik kullanıcı grupları arasındaki gerilimi de yükseltiyor. Toprak cazip bir yatırım aracı. İyi getiri sağlayan ve giderek daha zor bulunur hale gelen bir meta. Dünya çapında 500 milyondan fazla küçük çiftçi, çoban ve yerel insanın yegâne geçim kaynağı. İnsanlar kendilerini topraklarıyla özdeşleştiriyor. Onlar için toprak, kültürel ve hatta ruhani bir değere sahip. Özellikle de sosyal güvenlik mekanizmalarına erişimin yaygın olmadığı ülkelerde toprağa erişim hayatta kalmanın başlıca şartı. Ama toprak üzerindeki bireysel ve müşterek haklar giderek daha fazla tehdit ediliyor.
Artan talep ayrıca ekosistemlere de zarar veriyor. Araziler insanca, yani kaliteyi, çeşitliliği ve verimliliği koruyan bir biçimde nadiren kullanılıyor. Tarım ne derece yoğun yapılırsa çevreye verilen zarar da o kadar fazla oluyor. Bu da yerin altındaki ve üstündeki biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açan temel sebep. Her yıl yaklaşık 13 milyon hektarlık orman kesilip yok ediliyor; 200 yılından bu yana dünyanın en yaşlı ormanlarının 40 milyon hektarlık kısmı yok oldu. Verimli topraklar mahvediliyor, çöller genişliyor ve binlerce yıldır toprakta depolanan karbon, sera gazı olarak atmosfere salınıyor.
Bunlara rağmen gelişmiş ülke hükümetleri hâlâ “yeşil büyüme”nin, yani fosil yakıtların biyoyakıtlarla ikame edilmesinin peşinde. Lakin Yeşil Devrim’in tersinin olması; yoğun tarımın petrolün yerine geçmesi bekleniyor. Büyümeye böyle yoğun tarım yoluyla ulaşma çağrısı, sosyal adalet, biyoçeşitlilik ve iklim hedeflerini hiçe sayıyor.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na göre eğer arazi kullanımı artmaya devam ederse dünya ekolojik olarak sürdürülebilir toprak kullanımı sınırına 2020 yılında çoktan ulaşmış olacak. Aslında ABD ve Avrupa Birliği yararına olan küresel toprak kullanımı daha fazla artamaz. Sadece 1.4 milyar hektar ekilebilir alanımız olduğuna göre her birey sadece 2000 metrekare, yani bir futbol sahasının üçte birinden az bir alan ile yetinmek zorunda.
--------------------------------
Kaynak Bilgileri:
s.14: FAO Yıllığı 2012, s.284 f., http://bit.ly/1zKxlT4. s.15 Nikos Alexandratos, Jelle Bruinsma: World Agriculture towards 2030/2050. 2012 revizyonu. ESA çalışma makalesi No. 12-03, s.108, http://bit.ly/1lIkiWx